Kitap- Ferda Uslu
Fermantasyon ile Dönüşüm Sanatı
İleri Dönüşüm Sanatı Fermantasyon
3. Bölüm
Benim Hikayem
2. Kısım
Tek başıma geçen çiftlik hayatının zorlu mücadelesi ardından çiftliği kapatıp İstanbul’a taşınmam ve bir süre ne iş yapacağım konularında endişeli bekleyişin bende gelecek korkusu oluşturması normal geliyordu o zamanlar. Hayatım boyunca henüz kendi varlığımın dahi farkına varmadan hep bir amaç uğruna çalışıp çabalamak sonucunda vardığım nokta sıfırdı. Dönüp dolaşıp kendimi nasıl ve niye sıfır noktasında bulduğumu ve bunun kaçıncı sıfır olduğunu anlamaya çalışmak nafileydi. Sıfırdan başlayıp bir yere kadar gelip, sonra tepetaklak olan kaçıncı hayatımdı sayısını bile unuttuğum ve daha kaç tane sıfır gerekiyordu bir olmak için. Tüm sıfırları toplasam bir olur muydu? Yap boz tahtasına benzeyen bu hayat tabii ki benim tercihlerim ile şekilleniyor ve her bir yol ayrımında yeni bir yola yönünü çevirerek eski yolun deneyimiyle yeni yolda yolculuğum başlıyordu. İstanbul’a geldikten sonra da
böyle oldu. Görünürde şer görünenlerin perde arkasında pek çok hayır ve hediyeyle dolu olduğunun idrakini henüz yaşamamıştım o zamanlar. Musibetin hediye olması gibi bir bilince sahip olmadığım için yaşadıklarımın acısıyla her seferinde yerle yeksan oluyor, şaşkın ördek gibi ne yapacağımı şaşırıyordum. Çiftlik benim için yalnızca maddi bir alanı temsil etmiyordu, içerisinde yetiştirdiğim emek verdiğim hayvanlardan da ayrılmış olmam ayrıca kalbimi parçalıyordu. Hayatımı yeniden sıdır noktasına getiren bir yıkım yaşamıştım ama yıkımın altında kalmasan sağ salim bir kıyıya çıkabilmiştim. Bu kıyıda biraz dinlenmiş ama olanların farkındalığını yaşayamadığım için geçmişin kederiyle baktığım pencereden, geleceğin kaygısı ve kasvetinden yansıyan hüzün ve endişenin esiriydim. Dünya meşakkatinin getirdiği acıları biriktirip deneyimliyordum. Hastalık, ağrı, yorgunluk, kilo gibi bedensel sorunların yanı sıra, depresif ruh hali, tahammülsüzlük, öfke gibi psikolojik sorunlarımın gelgitleri de zihinsel bir dibe vuruş yaratıyordu üzerimde. Hastanede geçen zaman içerisinde tüm bedenimi kocaman bir kalp gibi hissediyordum. Tüm bedenim kalbimin her atışıyla atıyor ve kalbim bedenimi kaplamış gibi bir korkuyla yaşıyordum. İnsanın ölümle burun buruna gelip belirsizlik içerisinde günlerce yaşaması ciddi olarak yol ayrımlarına ve büyük kararlar almasına sebep olabiliyor. Yaşam ve ölüm arasında kalarak yeniden yaşama dönmek bana ikinci bir şans verilmiş gibi hissetmeme neden olmuştu. Tüm bunları o zamanlar ki zihin boyutumdan çıkardığım anlamlar olarak yazıyorum. Aslında içimizde ne varsa dışarıda da görünen odur, ancak bu idrake o zaman henüz ulaşamadığım için yalnızca dış dünyamın bir esiriydim.Tüm bedenim ve zihnim beni kendime getirmek için yaşam ve ölümün kıyısında olanca gücüyle sarsarak uyandırmaya çalışmıştı. Rüyamı görüyordum ki uyanayım, dünya denilen bu yer bir rüyadan mı ibaretti yoksa. Henüz bunları sorgulama aşamasında değildim. Uzun yıllar din, yaratıcı konularını sorgulayıp bir yere varamamış ve kendimce o konulardan elimi ayağımı çekerek, inançsızlığı tercih ederek günlük hayatın akışıyla yaşamaya devam etmeyi seçmiştim. Hastanede ölümle arkadaşlığım inanç konusunda bana yeni bir şey katıp yeniden sorgulamama neden olmadı. Tek farkındalığım bedenim olmuştu. Bedenimin hasta olabileceği, çok çok hasta olup hastane köşelerinde çok büyük acılarla kıvranabileceğim, hatta ölebileceğim gerçekleriyle yüzleşmiştim. Öyle ya ölüm her ne kadar bir gerçeklik olsa da insanın kendisinin ölümünü kabul etmesi başka bir farkındalık seviyesi. Benim bu olaylardan aldığım dersim bedenime iyi bakmalıyım olmuştu. Yolculuğum böyle başladı. Ne zihnimin farkındaydım o sıralar ne de bir ruhum olduğunun. Kendimi beden zannettiğim için bedenimi iyileştirmek adına çok net, kararlı ve tüm irademle girdim bu iyileşme yoluna. Ne de olsa dünyaya bir kez gelmiyor muyduk, daha gençtim yapacak çok şey vardı, hem çocuklarım vardı yaşamam şarttı, ayrıca bu ikinci bir yaşam gibiydi gözümde artık bu yaşamımda öncekinde yaptığım saçma sapan beslenme hatalarını yapamaz, irademe yenik düşemezdim. Sağlığımı yeniden kazanacaktım, bunun için bedel ödemeye hazırdım. Bu konuda bilinçlenmeli ve bedenimin neye ihtiyacı varsa ona sadece onu vermeliydim ne eksik ne fazla tam tamına ve en mükemmelini. Değişim için bu kararlılıkla araştırmaya ve okumaya başlamıştım. Fermantasyonu bulmam kafamda bir ampulün yanmasına sebep oldu. Sanki beslenme o zamana kadar benim için düz yazıydı ve ben şiiri bulmuştum. Sanatsal bir dokunuştu, dönüşümün izlenebilmesi, yönetilmesi ve zararlı diye düşündüğüm için yiyemediğim şeker içeren yiyeceklerin zamanın yardımıyla faydaya dönüşmesi benim için mucizeye şahit olmakla eş değerdi. Basit şeker gibi gerçekte besin bile olmayan ölü gıdaları kastetmiyorum. Gerçekte besin değeri olan kompleks karbonhidrat da olsa meyveleri de neredeyse altı aydan uzun bir zamandır yemiyordum. Şekeri bu kadar severken bu kadar ayrı düşmek, kendisini yalnızca bedenden ibaret sanan bir insan için ne kadar zor tahmin edebilirsiniz. Patates, beyaz un olmasa da siyez unu, tüm meyveler, baklagiller, tahıllar, süt ürünleri, etler kısacası her şeyi ama her şeyi fermente ederek potansiyelindeki en besleyici ve faydalı forma dönüştürebilirdim. Böyle de oldu gerçekten. Fermente etmeden meyve bile yemez hale gelince tüm bilgi ve deneyim yolculuğumu insanlara da aktarmaya karar verdim. İkinci sihir sanırım burada gerçekleşti, bilgiyi kendi üzerimde deneyimleyerek sentezleyip paylaşma hali. Bilgi benim üzerimden filtrelenerek, beni takip edip okuyanlara akıyordu. O kadar büyük bir heyecan duyuyordum ki, fermantasyona âşık olmuştum, uykunun haricinde kalan bütün zamanımdaki tüm eylemlerim bu aşkın sonucuydu. Âşık olunca hesap kitabın bittiği ve aşkın yelken açtığı yöne giderken sual bile sorulmadan sorgusuz girildiği üzere, ben de hiçbir hesap ya da kitap yapmadan önümde açılan bu yolda heyecan, tutku, neşe ve büyük bir merakla yürüyordum yalnızca. Bilmediğim yani o zamanlar henüz farkında olmadığımsa, ruhumun da beslenerek yaşam enerjisiyle beni doldurduğuydu. Aşk böyledir, sizi yaşama döndürür, yaşam ile doldurur, fermente eder ve dönüştürür. Aşkı hep bir insana duyulan çok büyük bir tutku gibi algılarız, aşkın karşısında ne akıl ne mantık durabilir, o kadar güçlü bir durumdur ki adeta tüm duyguların belli bir dozla sihirli bir karışımı gibidir. Bir kere zerk olunca dümen ona geçmiştir, coşkusuna dağlar bile yol olur, dalgalar düz olur. Bir insan değildir her zaman bu aşkı yaşatan bize, bazen aslında aşkın kendisi oluruz ama yine de yaşarken bunu idrak etmek nasip olmaz her kula. Ben de o zamanlar bu idrakten uzak ama aşkla yaşamaya başlamıştım. Önce fermantasyona ve onunla adeta oynamaya âşık oldum. Sanki elime sihirli bir değnek verilmişti ve dokunduğum her şeyi dönüştürebiliyordum, bu dönüşüm hayal gücüm ile sınırlıydı. Dönüştürdüklerim ürünlerimdi benim ve bütün ürünlerime aşıktım. Sonra bu aşk işe dönüştü ve işime de âşık oldum. İşim, ürünlerim, müşterilerim derken Fermente Mutfağım benim aşkım ve tek hayatım, yaşam amacım haline geldi. Bu aşkla çalıştım ve bir baktım sekiz uzun yıl iniş, yokuş, rampa, kayalık, sahil, gökyüzü derken baya bir yol almışız, dışarıda gibi görünen ama içimize doğru ilerlediğimiz. Yıllar sirkeyi turşuyu fermente ederken beni de usulca fermente etmiş, fark etmeden.
Yorumlar
Yorum Gönder