Fermantasyon ile Dönüşüm Sanatı
İleri Dönüşüm Sanatı Fermantasyon
4. Bölüm
İçten Dışa Detoks
7. Kısım
Su Orucu
Su orucunda adından da anlaşılacağı üzere su dışında bir şey içilmez ve yenilmez. Su orucuna başlamanın en iyi zamanı detokstan önce ya da detokstan bir hafta kadar sonra olabilir. Su orucunu ilk kez yapacaksanız, öncelikle bir süre tek öğün beslenme yaparak, vücudu açlığa hazırlamak daha doğru olacaktır. Bedensel ve zihinsel olarak her gün üç öğün yemeğe ihtiyacımızın olmadığını fark ettirdiğimizde bu tür oruçlara geçmek çok daha kolaydır. Üç günlük su orucu tek öğünden sonra uygulanabilecek ikinci aşama olabilir. Üç gün oruç, bir gün ara ve yeniden üç gün oruç şeklinde uygulanacağı gibi, haftanın üç günü oruç yaparak, diğer günler tek öğün beslenerek de uygulanabilir. Üç günlük su orucuyla dayanıklılık arttırıldığında beş ya da yedi günlük su oruçları deneyimlenebilir. Yirmi bir güne kadar su oruçları uygulanmaktadır ancak, bu konuda deneyiminiz yoksa bu uzunlukta bir su orucunu tek başınıza uygulamak tavsiye edilen bir yöntem değildir. Bu tür su oruçlarıyla pek çok bedensel ve zihinsel rahatsızlığı iyilik haline dönüştürmek mümkündür.
24 saat süren açlığın hemen ardından vücutta otofaji başlar. Otofaji kabaca, vücudun kendi kendisini yemesi olarak tarif edilebilir. Bir nevi yamyamlık gibi görünen bu kavramı derinlemesine incelediğimizde aslında bedenin kendi kendisini iyileştirdiği, bu iyileşme için gerekli enerji ve yakıtı da ölü hücreleri yiyerek gerçekleştirdiği gerçeğini görürüz. Vücudun başlattığı bu doğal temizlik süreci tıpkı bir ev temizliği gibidir ve bu bedenimizin doğal olarak yaptığı ileri dönüşüm programıdır. Çöpleri yani hasarlı, ölü ve yaşlı hücreleri temizlerken, onları yakıt olarak kullanarak kendi kendisini onarmasıdır. Beyin bu aşamada hasarlı, ölü hücreleri tespit etmesi için membranlar üretir. Bu membranlar hasarlı ve ölü hücreleri parçalayarak yok eder ve ortaya çıkan molekülleri yeni hücre oluşumunda gerekli olan enerji için kullanırlar. Otofaji, eski hücrelerin yakıt olarak kullanılıp, bu yakıtla yeni hücrelerin üretilmesini sağlanan bir ileri dönüşüm sistemidir. Tamamen içsel kaynaklarla bunu başaran beynimizin, dolayısıyla bedenimizin donanımı karşısında afallarız. Bu zamana kadar tek bir öğünü bile atlasak hastalanıp, güçten düşeceğimizi hatta belkide zihnimizin derinliklerinde açlıktan öleceğimiz düşüncesiyle yaşarken, birden böyle bir gerçeklikle karşılaşıyoruz ve tüm dünyamız değişiyor. Bu öyle bir gerçeklik ki, bize düşen bedenin bilgeliğine şapka çıkartarak, yalnızca işini yapması için önünden çekilmek oluyor, gerisini vücudumuz yapıyor. Beyin, hayatta kalmak için otofajiyi devreye sokuyor ve çöpleri tek tek tespit ediyor. Bizi hasta, yorgun, bıkkın, depresif hissettiren bu çöpler temizlenmekle kalmıyor, yeni ve işlevsel olanlarına dönüşüyor. Biz bu esnada, sadece duruyoruz, yemek yemeyi bırakarak öylece duruyoruz. Su orucu yemek yemeyi keserek çok fazla miktarda hatta zorlayarak su içtiğimiz bir yöntem değildir. Vücudun ihtiyacı olan miktar kadar su içilir yani suya ihtiyacımız olduğu ölçüde su içilir. Bunu kısaca anlamanın tek yolu şudur, susayınca su içmek. Bu şu demektir, kendimizi zorlayarak su içmemize gerek yoktur. Bedeni dinlediğimizde bize söyler ve ihtiyacımız olanı, ihtiyacımız oranında ister. Bunun üzerinde kafa yormamıza gerek kalmaz. Aslında genelde hiçbir şey için kafa yormamıza gerek yoktur ancak zihin detaylar üzerinde düşünmeyi ve plan yapmayı sever. Bedensel ve zihinsel olarak bütünleşip, merkezimizde hizalandığımızda tüm bu detaylardan ve ilave külfetlerden kurtulur ve zihnimizi özgürleştiririz. Zihin özgürleştiğinde, önümüzde sonsuz olasılıkların olduğu başka bir dünya açılır. Otofaji bu özgürleşmeyi ve dönüşümü hücresel anlamda bize gösteren çok güzel bir örnektir. Kısa vadede göze aldığımız rahatımızın bozulması durumu, uzun vadede rahatlık ve pek çok faydayı getirir. Otofaji beynin strese karşı verdiği bir cevaptır. Yani beslenme bırakıldığında, bedene dışarıdan yakıt gelmiyor demektir bu durumda beyin mevcutta olan ile yaşamı idame ettirmek üzere olan programı otofajiyi devreye alır. Otofaji bir günlük açlığın arkasından başlar ve açlık sürenin uzunluğuna göre de devam ediyor. Dipte kıyıda ne kadar çöp varsa silip süpürür, tüm çöpler dönüştürülür, yeni hücreler için yer açılır ve en önemlisi hastalıklı hücrelerden beden kurtulmuş olur. Bu açlık zamanında yoga ve bazı bedensel egzersizler yapmak, beynin stres çarkını daha da hızlı çevirerek otofajiye destek oluyor. Tabii ki yogayı yalnızca bedensel bir egzersiz olarak görmek yanlış olur. Yogayla bedensel, zihinsel ve ruhsal bütünleşme sağlayarak iyilik halini bütünsel anlamda deneyimlemek mümkündür.
Su oruçlarını gerçekleştirdiğimiz süre kadar bu orucun sonunda beslenmeye nasıl döndüğümüz de çok önemlidir. Günlerce açlık yapmanın ardından, yiyeceklere hücum ederek beslenme alışkanlığımıza yeniden dönemeyiz. Yiyeceklerle aramıza koyduğumuz bu mesafeyi kademeli olarak aşmamız gerekir. Öncelikle ilk birkaç gün mümkün olduğunca sıvı beslenmek ve bunu takip eden süreçte katı beslenmeye yavaş yavaş ve tamamen bitkisel içerikli gıdalarla başlamak önemlidir. Bunu yaparken bedenimizi adeta bir bebeğin bedeni gibi düşünebiliriz ve anne sütünden katı gıdaya geçen bir bebek gibi, kaç gün açlık yaptıysak aynı gün sayısınca katı besinle beslenmeye geçmek bu süreç boyunca da orucun iyilik halinin bedenimizde çalışmasına ve hücresel anlamda tam olarak oturmasına izin vermektir.
Tek öğün beslenmeyle başlayıp, su oruçlarına kadar giden beslenme ya da beslenmeme modellerinin sadece birisine bağlı kalmayıp, her birisini zorluk derecesine göre kolaydan başlayarak belli aralıklarla uygulamak gelişim ve dönüşümde son derece etkilidir. Size en uygun olan beslenme modeli ile başlayıp, o beslenme tarzını bedeninizde ve zihninizde oturttuğunuzda, yeni bir modelle devam edebilirsiniz. Bedeninize en uyumlu beslenme modelini bulup onu benimsemek, beslenme modellerini deneyimleyerek daha kolay olabilir. Ayrıca sürekli tek düze beslenme modelini benimsemek yerine bedeni ara sıra bu şekilde şaşırtmak da strese seviyesinde artış sağlar, otofajiyi de tetiklemiş olur. Yiyeceklerle olan bağımızın sandığımız ve bildiğimizden çok daha derin olduğunu anlamanın bir yolu, yememektir. Yemediğinizde yiyecekle bastırılan bütün duygularla yüzleşmek dışında bir seçenek kalmaz ve bu yüzleşmeler zihnin özgürlük biletidir. Yememe durumu yani oruç deneyimine geçmeden önce yürünerek kat edilmesi gereken bir mesafe vardır ki bu mesafeyi yukarıda bahsettiğimiz yeme modellerinden birisiyle detoksun içerisinde alabiliriz.
Açlık Hissiyle Barışmak
Yemek yerken her zaman aç olduğumuz için mi yemek yiyoruz, acıkmayı bekliyor muyuz, yoksa yemek saati geldiği için sofraya oturup yemeye mi başlıyoruz? Açlık hissettiğimizde bunu tam olarak nerede hissediyoruz, zihnimizde mi, midemizde mi? Gerçekten acıkana kadar bekleyip ondan sonra yemek yediğimiz bir öğünü en son ne zaman deneyimledik, ya da hiç bu şekilde yemek için bekledik mi? Aç kalmaktan korkuyor olabilir miyiz? Aç kalırsak hastalanacağımızı, güçten düşeceğimizi ya da çökeceğimize inanıyor olabilir miyiz? Peki yemek yemeyi karnımız doyunca mı bırakıyoruz yoksa gözümüz doyunca mı? Karnımız doysa da gözümüz doymadığı için yemeye devam ederek sonrasında mide krampları ya da hazımsızlık hisleriyle boğuşurken kendimizi bulduğumuz oluyor mu?
Yukarıdaki soruları kendimize sorup, dürüstçe cevaplar verdiğimizde yeme alışkanlıklarımızı ve yiyeceklere besin olmaları dışında yüklediğimiz anlamları görebiliriz. Bunun daha etkili ve kalıcı yöntemi bu soruların cevaplarını aldıktan sonra, deneyime geçmektir. Yani açlık hissimiz ile tanışmak ve bu hisle barışmaktır.
Şimdi en son yediğiniz öğünün ne olduğu ya da ne zaman yediğiniz konusundan bağımsız olarak, şu andan itibaren yeniden acıkmayı bekleyip, açlığı zihinde değil, tamamen midede hissedinceye kadar hiçbir şey yemeyip, açlık tam olarak hissedilince sevdiğiniz sağlıklı yiyecekleri yemeyi seçebilirsiniz. Bunu ilk kez yapmaya başladığınızda mide açlığınızı hissetmek oldukça zor gelebilir, çünkü böyle bir şeye hiç fırsat vermediğiniz için mideniz de açlık sinyalleri vermemiş ve siz de bu sinyalleri duymamış olabilirsiniz. Yeteri kadar yemeden beklerseniz mutlaka bu olur, yani acıkırsınız ve midenizden size açlık sinyalleri gelir. Gurultulu sesler duymaya başlarsınız ve ardından da mideniz kazınmaya başlar. Bu kazınmayı da hissedince artık yemek yeme zamanı gelmiştir. Bu egzersizi ilk kez denediğinizde bir türlü acıkmadığınızı fark ederek şaşırailirisiniz. Bu acıkmama süresi bir gün boyunca bile olabilir hatta bazen daha bile uzun. Sandığımız gibi o kadar da sık acıkmayan ve sık sık yemeğe ihtiyaç duymayan bir bedenimiz olduğunu fark etmek, aynı anda zihni de yemekten özgürleştirir. Midenizden açlık sinyalleri geldikten sonra yemeye başladığınız zaman yine midenizden gelecek tokluk sinyalini de eş zamanlı kollamaya başlar ve tokluğu da öğrenirsiniz. Tokluk da yemeye başladıktan belli bir süre sonra kendiliğinden size iletilir ve yemeyi zihninizle yemiyorsanız, yemeğe karşı iştah bir anda kesilir. Bu sinyali duymak da yine içsel gözlem için alıştırma yapmakla mümkündür. Zihinle yemeyi bırakınca, yediğimiz yemeğin her bir lokmasını damağımızda bıraktığı tadını tam olarak alırız, her bir lokmayı güzelce çiğneyerek yemeğe başlar ve o yemeğin hakkını veririz. Sezar’ın hakkı Sezar’a, yemeğin hakkı da yemeğe verilmelidir. Tabağımıza gelene kadar ne kadar çok insanın emek ve enerjisi o yiyeceklere geçmiş ve tüm bu besinlerin bizimle buluşmadan önce gerçekleştirdiği yolculuğa saygıyla ve şükranla bakmamızı gerektirir. Yemek yerken, başka hiçbir şey ile uğraşmamak yemeğe ayırdığımız tüm zamanın hepsini yemek yeme işi için kullanmak demek, yerken telefona bakmamak, TV izlememek, konuşmamak ve sadece yemek anlamına gelir. Bu şekilde acıkınca yiyip, doyunca tabakta yemek kalıp kalmamasına bakmaksızın yemeği bırakmak bedenimizle zihnimizin hizalanmasını sağlar ve yemeği artık zihnimizle yemeği bırakmış oluruz. Açlığı bir kez deneyimlemeye başladığımızda açken bedenimizin ne kadar hafif, enerjimizin tok olduğumuz zamanlara oranla ne kadar yüksek olduğunu görürüz ve hiçbir çaba harcamadan uzun süre aç kalabilen ve yemeğe bu kadar az ihtiyaç duyan bu bedene büyük bir hayranlık duymaya başlarız. Bu noktada kendimizi olduğumuz gibi görmeye başlarız ve bu yeni görüş şefkat ve kabulü birlikte getirir. Duygusal açlık, ya da duygusal yeme ihtiyacı gibi tamamen zihinsel dürtülerle yediğimiz yiyeceklerin bedenimizi nasıl yorduğunu ve zihinsel anlamda enerjimizi nasıl aşağıya çektiğini fark ederiz. Detoks süresince ilk günden itibaren açlığımızı fark ederiz. Detoksta tek öğün ya da iki öğün yemek yiyebiliriz dememin asıl sebebi bununla alakalıdır. Bedenin içsel saatini dinlemek ve dışardan koyduğumuz tüm kuralları kaldırarak içsel zamanımıza ayak uydurmayı öğrenmek asıl başarıdır. Şu saatte şunu yiyelim, bu saatte bunu yiyelim gibi ezbere dayanan bir beslenme şekliyle ezbere bir hayat yaşarken kendimize de yabancılaşırız. Bir öğün ya da belki iki öğün yemeği atlayıp, açlığımızı hissedene kadar yemekle aramıza mesafe koyduğumuzda, bedenimizin aslında günde tam olarak kaç öğün yemeğe ihtiyacı olduğunu da net olarak görürüz. Belki de günde tek öğün bize yetiyor olabilir, bunu bu egzersizi bir süre yapmadan bilemeyiz. Açlığımızla barışmak, zihnimizi özgürleştirir, bedenin yükünü hafifletir, enerjimizi yükseltir ve odaklanma gücümüzü arttırır. Yemek yeme isteği ortaya çıktığı zaman bu isteği tam olarak bedenimizin neresinde hissettiğimizi bulmak için bedenimize bakmak, bedenimizle olan bağımızı güçlendirir ve bizi bütünlük haline getirir. Bazen sadece sıkıldığımız için yemek isteriz. Bu tür durumlarda içsel olarak kaçmaya çalıştığımız sıkıntı, yüzeye çıkmış karmaşık negatif birtakım duygulardır. Bu duygu yumağından kaçmayı bırakarak, içine girmeyi göze aldığımızda, bir bulut gibi kolayca dağıldığını fark edebiliriz. Bu fark edişle birlikte büyük bir rahatlama hissi de yaşarız. Kendimizi gözlemlemeyi öğrendiğimizde yaşamımızı bir tanık bilinciyle yaşamaya başlar ve her anından keyif alırız. Zor, karmaşık, sıkıntılı ve belki de acı gibi görünen dünyanın, biz sadece öyle gördüğümüz ve bu anlamları yüklediğimiz için bize öyle göründüğünü anlarız ve biz değiştiğimizde dünyamızın da değiştiğini deneyimleriz. Dönüşümde Ustalaş isimli ikinci kitabımın konularına yüzeysel olarak girdik ancak bu konuların derinlemesine anlaşılması ikinci kitabımın okunması ile mümkün olabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder