İnsan eli değmeden kendiliğinden yetişen bitkilere eskiler Hüdayı Nabit derlermiş. Arka bahçede, parklarda, kırlarda, ormanlarda yabani ot diye tanımlanan pek çok bitkinin yenilebilir ve şifalı bitkiler olduğunu biraz geç keşif ettim. Köylerde geleneksel olarak bu bilgiler nesilden nesile aktarılıp tazeliğini korurken, biz şehir insanları bu kadim bilgilerden bihaber olarak daracak duvarların arasında yaşamlarımızı sürdürüyoruz.
Adeta ecza deposu gibi olan doğayla barıştığımızda, doğa bize tüm güzelliklerinin kapısını aralıyor. Bize düşen yalnızca, onları görmek ve o kapıdan girmeye istekli olmak.
Doğayı izlemek, dinlemek, onu seyir etmek, ondan öğrenmek bu dersin sanıyorum ilk konusu. Buna istekli olmak ise dersin tek kuralı.
Doğa size öğretmeye başladığında, öğrenmeye hevesli, meraklı bir talebe olmanız gerekiyor. Şu ana kadar bilip gördüklerinizin, bu sonsuz derya karşısında bir damla su olduğunu fark edince ilk şaşkınlığınızı yaşıyorsunuz. Neyseki ilk şaşkınlık yerini hemen hayret ve huzura bırakıyor zira.
Hayret, merakınızı ve öğrenme isteğinizi her daim taze tutarken, hepsini öğrenmeye ömrünüzün yetmeyeceğini fark etmeniz hevesinizi bir nebze bile kırmıyor. Ondan öğrenmenin zevkini tattığınızda, her açılan büyülü kapıdan girmek için duyduğunuz his bu kez de heyecan oluyor.
Toprak ana ile haşir neşir olmaya başlayınca, bitkiler sırlarını sizin önünüze bir bir sermeye başlıyor. Hırs yok bu diyarda, sakince geçiyor tüm dersler, derste olduğunuzu bile zaten bilmeden, fark etmeden. Dinlemek, duymak, görmek, feyz almak lazım.
Yabani fermantasyona merak sarmak için, yaban hayata meraklanmalı önce. Yabani otlar, bitkiler ve çiçeklerin dilini öğrenmeli, tanımalı, onlarla hem hal olmalı, gerisi hediyeniz. hediyeleri toplamak farklı bir haz.
Doğada çırılçıplak ve korumasız bedeni ile insan, kalbi, aklı ve ürettikleriyle var olabilir ancak. Ondan beklenen de zaten bu değil midir?
Ondan öğrendiklerimizi deneyimlemek ve aktarmak vazifesini verir doğa bize. "Aktar" ismi de buradan geliyor olsa gerek. Aktarmak şart.
İlk bahar geldi, çiçekler kuşlar, otlar, ağaçlar canlandı yine. En küçük nebatattan en büyüğe kadar hayat yeniden inkişaf etti. Yaşayan coğrafyamızın bitkisel florası çok kıymetli ve işte vahşi fermantasyon için bu floraya ihtiyacımız var.
Elma sirkesi kurarken, biliyorsunuz her zaman söylediğim elmaları ağaçtan topluyorsanız yıkanmadan kazana koymanız gerektiği. Elmaları alıyorsanız, yıkadıktan sonra kurumasını beklemek lazım. Nedeni, elmanın kabuğundaki doğal flora bize lazım. Sirke anası kullandığımız için belki bu fermantasyonun baş rol oyuncuları değiller, yabani fermantasyonda ise baş rol uyuncuları bitkinin üzerindeki flora. Mayalamayı sağlayacak olan bakteri ve mikroplar oradan gelecekler.
Ekşi maya yaparken un ve su kullanıyoruz. Vahşi maya yaparken mayada kullanacağımız bitki, şeker ve su kullacağız. Bu sonraki yazının konusu olacak. Benim ilk vahşi mayamın fermantasyonu bittiğinde, onunla yaptığım gazozlar ve sodalar da daha sonraki yazıların konuları.
Bu yazının sonuna artık bahçemden bitki yemeye başladığım için rahatlıkla aktaracağım dört bitkiyi ekliyorum.
Hayatımda ilk kez yabani ot topladım, pişirdim ve yedim. Hodan otu gizli kalmış bir cevher olabilir. Lezzeti müthiş. Çıkın doğaya mutlaka bulacaksınız. Toplayıcılık bir av gibi aslında, odaklanma isteyen, zevkli bir iş. Avcı toplayıcı olmak genlerimizde var. Bu otların şifalarını sayfa sayfa internetten bulabilirsiniz.
Doğaya ve bedenin bilgeliğine güvenin.
Taraxacum officinale F.H.Wigg. -Kara hindiba
Lamium purpurea - mor ısırgan
Rumex patientia L.
-labada
Bu yazı burada bitmez, daha çok ot var,
Devam edecek...
Sevgilerimle
Ferda Uslu
Yorumlar
Yorum Gönder